Üslup Nedir, Nasıl Bulunur? Siyaset Biliminin Güç Aynasında Bir Yolculuk
Bir siyaset bilimci için üslup, sadece yazının biçimi değil; düşüncenin iktidarla kurduğu ilişkinin biçimidir. Çünkü dil, her zaman nötr değildir. Bir iktidar aracı, bir mücadele zemini ve bir kimlik sahnesidir. Tıpkı toplumsal düzenin kurumlar aracılığıyla şekillenmesi gibi, üslup da bireyin dünyayı anlamlandırma biçimini kurumsallaştırır. Peki o hâlde, bir siyaset bilimcinin kaleminde “üslup” nasıl bir güç gösterisidir?
Üslup: İktidarın Sessiz Mimarisi
Üslup, siyaset bilimi açısından bir iktidar ilişkisidir. Yazıda kullanılan kelimeler, seçilen ton, hatta cümlelerin ritmi; hepsi bir iktidar alanı yaratır. Devletin dili buyurucudur, vatandaşın dili taleplerle dolu. Bürokrasi raporlarla konuşur, halk sokaklarda sloganlarla. Her biri kendi üslubunu kurarken aslında kendi iktidar alanını da çizer.
Michel Foucault’nun ifadesiyle, bilgi ve iktidar birbirini üretir. Bu durumda, üslup da bilginin taşıyıcısı olarak iktidarın söylemsel yüzü hâline gelir. Bir akademik makalenin soğuk dili ile bir protesto bildirgesinin ateşli tonu arasındaki fark, sadece biçimsel değil, siyasal bir tercihtir.
Kurumlar, İdeoloji ve Üslubun Disiplini
Kurumlar, üslubu biçimlendiren görünmez öğretmenlerdir. Bir anayasa metni neden resmîdir? Bir parti manifestosu neden retorik yüklüdür? Çünkü her biri ideolojik bir üslup taşır.
Devletin dili düzeni, muhalefetin dili dönüşümü savunur. Üniversitelerin dili bilimselliği, meydanların dili duyguyu öne çıkarır. İşte bu noktada, üslup bir kimlik göstergesine dönüşür: Kimin konuştuğu kadar, nasıl konuştuğu da politiktir.
Bir siyaset bilimci için üslup, iktidarın içinde konum almaktır. Eleştirirken, çözüm önerirken veya analiz yaparken, dilin kurduğu güç dengesi farkında olmadan da ideolojik bir yönelim sergiler. Bu nedenle üslup, ideolojinin estetik formudur.
Erkek ve Kadın Üslupları: Güç mü, Katılım mı?
Siyaset bilimi tarihine bakıldığında, erkeklerin üslubu genellikle stratejik ve güç odaklıdır. Analitik, mesafeli ve hiyerarşik bir dil tercih edilir. Bu, iktidarı “kurma” arzusunun bir yansımasıdır. Kadınların siyasal üslubu ise çoğunlukla demokratik katılım ve toplumsal etkileşim merkezlidir. Diyalog kurar, empati üretir, güç dağıtmak yerine paylaşmayı hedefler.
Bu fark, sadece biyolojik değil, tarihsel bir yapısallığın ürünüdür. Patriyarkal siyaset geleneği “sert” dili yüceltirken, diyalog ve duygusal zekâya dayalı “yumuşak” üslupları küçümsemiştir. Oysa günümüzde siyaset, artık yalnızca karar alma sanatı değil, aynı zamanda iletişim kurma sanatı hâline gelmiştir.
Vatandaşlık ve Üslup: Sözün Siyaseti
Bir vatandaşın kullandığı dil, onun siyasal kimliğini inşa eder. “Ben” diyen birey liberal bir vurgu yaparken, “biz” diyen toplulukçu bir yaklaşımı temsil eder. Üslup, bu kimlikleri görünür kılar. Katılım kültürünün geliştiği toplumlarda vatandaşlar daha diyalojik, daha açık bir dil benimser. Otoriter yapılarda ise dil kısalır, kelimeler korkaklaşır.
Vatandaşlık bilinci, sadece haklarla değil, ifade biçimiyle de ilgilidir. Bir bireyin nasıl konuştuğu, topluma ne kadar dahil olduğunu gösterir. Bu yüzden üslup, bir nevi demokratik katılım göstergesidir.
Üslubun Keşfi: Kimin Dilinde Gerçek Gizli?
Peki kendi üslubumuzu nasıl buluruz?
Bu sorunun cevabı siyaset bilimiyle, psikolojiyle, hatta estetikle iç içedir. Üslup, taklitten özgünlüğe geçiş anında doğar. Kişi kendi ideolojik konumunun farkına vardığında, yazdığı her cümle bir politik duruş kazanır.
Bir siyaset bilimci için üslup, yalnızca akademik bir araç değil, etik bir sorumluluktur. Çünkü yazı, okuyucu üzerinde etki yaratır; bu da bir tür güçtür. O hâlde asıl soru şudur: Üslubumuzu biz mi seçiyoruz, yoksa içinde yaşadığımız iktidar yapıları mı bizi o üsluba zorluyor?
Sonuç: Üslup, Düşüncenin Siyasi Hafızasıdır
Üslup, yalnızca dilin biçimi değil; düşüncenin iktidarla kurduğu ilişkinin tarihidir. Kimin sesi daha çok duyuluyorsa, onun üslubu da “normal” hâline gelir. Bu nedenle her yazı, ister akademik ister kişisel olsun, bir siyasal eylemdir.
Belki de asıl mesele, “nasıl yazıyoruz?” sorusundan önce, “kimin adına yazıyoruz?” sorusunu sormaktır. Çünkü üslup, yalnızca kelimelerin ritmi değil, toplumun vicdanında yankılanan bir politik melodidir.